28 Mart 2009 Cumartesi

"AMANSIZ OLUN"



Amiyane tabirle, bu gece nefesler tutulacak. Milli takımımız Santiago Barnebau’da bu gece İspanya ile zorlu bir sınava çıkacak. Biri Avrupa Şampiyonası 1. si, biri de 3.sü. Biri mart ayı dünya 1.si öteki de 11.si. Kağıt üzerinde gecenin en zevkli ve en çekişmeli maçı olması bekleniyor.

Millilerimiz, İspanya maçı öncesi kazanması gereken maçları kazanamadı. Ermenistan ve evimizdeki Bosna Hersek maçlarından galip ayrıldık. Saraçoğlunda’ki Belçika beraberliği ve Talin’deki ikinci Malta faciası olarak da nitelendirilen Estonya beraberliği kredimizin kalmadığının göstergesi.

Gelelim İspanya’ya. 29 maçtır yenilmiyorlar. Bu süreçte Avrupa Şampiyonu oldular. FİFA listesinde zirveyi 8 aydır başka takıma kaptırmıyorlar. Madrid’de de uzun süredir maç kaybetmemekle beraber evlerindeki resmi maçlarda da kolay kolay gol yemiyorlar. En formda dönemlerindeler. Ancak Türkiye maçına 29 maçlık galibiyet serisinin getirecek olduğu strese girebilirler. Umarım…

Maç öncesi iki takımda da ciddi eksiklikler var. Bizde Mehmet Topal, Servet, Gökhan Zan ve Hamit’in olmaması çok büyük eksiklik. İspanyollar’da ise Puyol, Fabregas ve Terim’e göre dünyanın en iyi oyuncusu İniesta sakat.

Terim, sürpriz bir şekilde maçtan bir gün önce kadroyu açıkladı. Sağda Hamit’in yerine kötü günler geçiren Fenerbahçe’nin eleştirilmeyen tek oyuncusu Gökhan Gönül var. Stoper’de Servet’in yerine sol kanat oyuncusu Hakan Balta, İbrahim Toraman’ın yerine Emre Aşık oynayacak. Biliyorum Toraman sakat değil ancak neden formda olduğu halde Milli Takıma çağırılmaz anlayamıyorum. Defansın göbeğinde Balta ve Emre Aşık’ın oynaması beni korkutuyor. Hakan Balta mecburi olarak alışık olmadık mevkide oynayacak. Stoper olarak futbola başlamış fakat Galatasaray’da göbekte oynadığı zaman nasıl hatalar yaptığını gördük. Emre Aşık, uzun boylu ve ağır bir defans. Hava toplarında hakimiyetine karşın yerden gönderilen toplarda sıkıntı yaşıyor. İspanya Milli Takımı Euro 2008’de de görüldüğü gibi yerden hücum yapan bir takım. Torres gibi El Niño’ları da var.

Orta sahamız alışılmışın dışında bir düzende oluşturulmuş Terim tarafından. Ben açıkçası liberoda Aurelio ile birlikte Topal’ın yokluğunda Ayhan’ın oynamasını bekliyordum. Fakat Terim Ayhan’ı almayıp çift forvetle çıkması bana göre tek mermilik boş bir tabancada Rus ruleti oynamayla eşdeğer. Solda Tuncay, Sağda Arda, Aurelio’nun önünde Emre oynayacak. İleride Semih ve Nihat.

Futbolu az çok takip eden birisine “İspanya’nın defansından bir futbolcu söyle.” Şeklinde bir soru sorsak, şüphesiz büyük bir çoğunluk Puyol der. O Puyol’un oynayamacak olması futbol için üzücü, bizim için sevindirici. Puyol’un yerine defansta Albiol oynayabilir. Sağda klasik Ramos, solda Arbeloa veya Capdevilla ortada ise Pique ve Albiol. Liberoda Del Bosque, İniesta’nın yerine Mata’ya görev verebilir. Tahminimce 4-2-3-1sistemi. Mata’nın yanında tartışmasız Senna’yı bekliyorum. Bu ikilinin önünde Xavi, Xabi Alonso, Cazorla; ileride de Torres’in oynaması muhtemel. İniesta’nın olmaması da bizim açımızdan sevindirici. Zira Barcelona’nın İniesta’sız nasıl oynayamadığını izliyoruz.

Maç saat 23:00’te oynanacağından Terim’in takımı, 5 gün önceden İspanya’ya götürmesi İmparator’un ne kadar ince hesaplar içinde olduğunu gösteriyor. Motivasyon konusunda onun üstüne başka bir hoca yok. Biz yüreğimizle oynuyoruz. Reklamlarda da görülüyor ki, maçları biz oyunumuzla değil, yüreğimizle kazanmaya çalışıyoruz. Bunu Avrupa Şampiyonası’ndaki geri dönüşlerimizde görebilmek mümkün. Bir oyun anlayışımız yok.

Maçı kazanırsak büyük olasılıkla yüreğimizi ortaya koyarak kazanacağız. Ben de sadece bu özelliğimize güveniyorum. Yıllarca Milli Takım spikerlere “aman çocuklarrr” dedittirdi. Ben de onlara “amansız olun” diyorum.

KOLLARINA SAĞLIK CASİLLAS

Euro 2008 elemelerinde de tıpkı 2010 Dünya Kupası elemelerinde olduğu gibi kaybetmememiz gereken puanlar kaybettik. Ancak kaleciler sayesinde de beklenmedik puan ve puanlar aldık. Almanya’daki Norveç maçında Myhre, son dakikada Hamit’ten yediği gol ile Türkiye’deki iyi güzel anılarına karşın hediyesin verdi. Rövanş maçında da bunu tekrarlama olasılığı göz önünde bulundurularak oynatılmadı. Fakat onun yerine görev yapan Opdal’ın aptalca goller yemesi yine bizim işimize yaradı. Pire’de oynanan Yunanistan maçında da Nikopolidis tarihi hatalar yaparak maçı 4-1 kazanmamızı sağladı. Euro 2008’de de o ana kadar dünyanın en iyi kalecisi gösterilen Peter Cehc, tam maç bitti derken akıl almaz bir hata yaparak Nihat’ı golle buluşturdu. Ve Millilerimiz bu uzayıp giden süreçte 3. oldular. Şimdi 2010 Dünya Kupası elemeleri. Açılışı sen yap Casillas…

27 Mart 2009 Cuma

ISLAK ZEMİN "KARTAL YUVASI"NDA

11 gün oldu yazmayalı. Okuldu gazeteydi antrenmanlardı derken bir türlü fırsat bulamıyorum yazmaya. Zaten kaç kişiyiz ki şunun şurasında. Aman mütevazılığım blogu küçümsediğim anlamına gelmesin.

Sizlerle ayrı kalmamın sebebi, beni yakından takip edenlerin de bildiği gibi tekrar gazeteye yazmaya başlamam. Ancak blog için de önemli çalışmalar yaptım bu süre içerisinde. İlki Beşiktaş'a ait Ümraniye'de Nevzat Demir Tesisleri'ydi. İkincisi ise Rıza Çalımbay röportajı. Galatasaray maçının bir gün sonrasında yani Pazartesi günü, İstinye Parktaydık Çalımbay ve yardımcılarıyla. Çok güzel sohbet havasında bir röportaj oldu. Gazeteye vermiş olduğum sözden dolayı bu röportajı yarın yayınlayacağım.








16 Mart 2009 Pazartesi

KOCAELİSPOR'U "MERAK" EDENİNİZ VAR MI?





Bir bölge veya yöredeki insanları bilgilendirmek ve onlara haber akışı sağlamaktır basının görevi. Spor basını ise sporun gelişmesini ve spor kültürünün üst seviyelere tırmanmasını amaçlar. Kültürün oluşabilmesi için yazı gerekir. Bir konu hakkında yazmak için o konuya hakim olmanız gerekmektedir. Gazeteci tüm bu özellikleri bünyesinde barındırmalıdır. Bir de merak unsuru var, bir şeyi anlamak ve öğrenmek için duyulan isteğini tetikleyen. Merak yoksa gazetecilik de olmaz.

Okuyucu, bir olay sonrasında kendisinin göremediğini görmek ister gazetede. Gazeteci merak duygusu ile araştırmacı özelliğini harmanlayarak okuyucunun göremediği ayrıntıları yakalar ve işler.

5 hafta öncesine kadar düştü gözüyle bakılan Kocaelispor; Galatasaray, Fenerbahçe ve Bursaspor deplasmanlarından 5 puan çıkarıp, Eskişehirspor'u evinde mağlup ederek son haftaların dikkat çeken ekibi oldu.

Yerel gazeteler, galibiyetle orantılı şekilde artış gösteren satışların da etkisiyle olacak ki; insanı fanatikleşmeye götüren manşetlere, rakiplerini aşağılamaya varan haberlere yer verdiler. Haberler sanki ligde sondan 1. sırada yer alan takımın haberi değil de şampiyonluğa oynayan bir takımın haberleriymiş gibi yazılıyor. Yazılan haberlerin hemen hemen hepsi de bilgi içermiyor.

Kocaeli yerel gazetelerinin hepsi son 4 haftada alınan başarılı sonuçlara odaklanırken hiçbiri Kocaelispor'un bu maçlara farklı forma sponsoruyla sahaya çıktığından bahsetmiyor. Sezon başında Tüpraş ile anlaşan Körfez, sezonun ikinci yarısına sponsorsuz girmişti. Daha sonra sırasıyla X Mobilya, Şampiyon Kokoreç, Kent Konut, Papağan Kuruyemiş şirketlerinin sponsorluğuyla sahaya çıktı. Üstelik adı sanı duyulmamış firmalar bunlar. Ancak bu ayrıntı hiç bir yerel gazetede yer almadı. Neden? Çünkü merak duygularını yitirmişler. Merak duygusu olmayan bir gazeteci, okuyucusunun neyi merak ettiğini bilebilir mi? Sezon başında üç büyük takımın formalarından da pahalı olan Kocaelispor formasını alan taraftar sormaz mı "bu formalar her hafta neden değişiyor?" diye.

Kocaeli'de Ford, Hyundai, Lassa ve adını sayamadığımız yüzlerce marka olmuş kuruluş var. Fakat o firmaların yerine Şampiyon Kokoreç gibi tanınırlığı düşük bir firma forma sponsoru oluyor. Medya, spor sponsorluğunu kamuoyuna iyi bir şekilde arz edebilseydi büyük firmalar sponsor olmaz mıydı? En azından Şampiyon Kokoreç'ten daha fazla para veren çıkardı heralde.

Bir başka merak eksikliği de bilet hasılatlarıyla ilgili. Ortalama 12.000 civarı taraftarın geldiği İsmetpaşa Stadı'nda nedense hasılatlarlarda 8-9 bin civarı bir rakam gözüküyor. Neden hiç bir gazete bu konuya değinmiyor. Bizden hatırlatması Kocaelispor'un geçen hafta Eskişehirspor'la oynadığı maçın hasılatı direkt icraya gitti. Evet, bu haber de hiç bir yerel gazetede yer almadı. Acaba haksız olan biz miyiz? Acaba futbol gerçekten de sadece 22 kişinin bir top peşinde koşturduğu spor mu?
Haa! Bu arada elimize son dakika bilgisi geçti. Haftaya Ankaraspor maçında Körfezimiz'e Şen Kasap sponsor olmuş. Şaka şaka...


13 Mart 2009 Cuma

OYUNUN ADI KÖŞE KAPMACA, KAYBEDEN İSE YOK



Süper Lig’de 24. haftaya girdik. Son olarak Galatasaray teknik direktörü Skibbe’nin kovulmasıyla, Turkcell Süper Lig’de istifa eden veya kovulan teknik adam sayısı 15’e ulaştı. Hoca konusunda bir sirkülasyon içerisinde olduğumuz su götürmez bir gerçek. Ancak problem dönüşümdeki isimlerin hep aynı olması.

Süper Lig’de haftalar ilerliyor, haftalar ilerledikçe teknik direktör kıyımı artıyor. Futbolumuzun, hoca konusunda sirkülasyon içinde olduğu su götürmez bir gerçek; ancak işin ilginç yanı dönüşümdeki isimlerin hep aynı olması. Teknik direktörlerimiz sürekli işlerinden kovuluyorlar fakat iş bulma konusunda sıkıntı çekmiyorlar. Yöneticiler bazen başka yerde aramaları gerektikleri başarısızlığı antrenörlerde bulabiliyorlar. Geçen sezon, 18 takımın 34 teknik direktör değiştirmesi bu durumu net bir şekilde açıklıyor. Bu sezon da geride bıraktığımız 23 hafta içerisinde 15 kez antrenör değişikliği yaşandı. Sürekli yeni soluk peşinde olan takımlar hep bilindik isimlerle çalışmayı tercih ediyorlar. Bu durumu Bursaspor Başkanı İbrahim Yazıcı’nın taraftar memnuniyetine ne kadar önem verdiğini belirten şu demeci özetliyor: “Şehir takımı taraftarları, takımlarının başında isimsiz antrenör istemiyor”. Burada kullanılan “isimsiz” sıfatı; tanınmayan, şöhreti olmayan anlamına geliyor. Peki isim yapmış, tanınan antrenör ülkemizde nasıl bu mertebeye ulaşıyor? Kariyeriyle mi? Elbette hayır…

İtalya’da federasyonun koyduğu kural gereği bir antrenör bir sezonda bir takım çalıştırabiliyor. Ayrıca takımlar, sezon ortasında gönderdikleri teknik adamın parasını sezon sonuna kadar ödemek zorunda. Bu sistem, takımların antrenör seçimi konusunda daha titiz olmalarını sağlıyor. Ülkemizde ise böyle bir sistemden bahsetmek mümkün değil. Özellikle yerli antrenörler, kovuldukları takımdan tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkânıdır misali tazminatlarını almıyorlar. Ekmek kapısı olarak gördükleri kulüplerle bir nevi çıkar ilişkisi içerisindeler. 18 yılda 19 takım çalışma başarısını(!) gösteren Anadolu takımlarının Süpermen’i Yılmaz Vural, geçtiğimiz aylarda FourFourTwo dergisindeki röportajında bugüne kadar yalnızca Bursaspor’dan tazminat aldığını belirtti. Tazminat konusunda yabancı antrenörler daha hassas davranıyorlar. Beşiktaş tarafından kovularak prestij kaybına uğrayan Vicente Del Bosque bunun en güzel örneği. Del Bosque, yerli antrenörlerin cesaret edemediğini yaparak sözleşmesi gereği hakkı olan 8 milyon Euro’luk tazminatını alarak ayrıldı ülkemizden.

Kovulan veya işsiz kalan teknik direktörlerimiz, hemen potansiyel kovulma tehlikesi olan antrenörlerin kovulmalarını bekliyorlar. Çünkü kovulan antrenörün yerine, takım “isim yapmış” bir antrenör getireceğinin farkındalar. Bazen antrenörlerin birbirlerinin kuyularını kazdıkları bile söylenebiliyor. Üç sezon önce Rize’yi son haftalarda düşmekten kurtaran Güvenç Kurtar, bir sezon sonraki 5. haftada gönderildikten sonra Rıza Çalımbay’ın kendisinin kuyusunu kazdığını iddia etmişti. Rıza Çalımbay Güvenç Kurtar’ın senaryosunu jet hızıyla yalanlarken, Rizespor’un Saffet Susiç’le anlaşması Rıza Hoca’yı haklı kılıyordu. Kuyu kazmada bir sıcak örnek de bu sezon yaşandı. Yayıncı kuruluşta, sezona iyi bir başlangıç yapan Ertuğrul Sağlam’lı Beşiktaş’ın maçlarını yorumlayan Mustafa Denizli, sürekli Beşiktaş’ın kadrosunun çok kaliteli olduğunu, fakat bunun kullanılamadığını dile getiriyordu. Son olarak İstanbul B.Ş. Bld. maçını yorumlayan Denizli, maçı yorumlamayı bırakıp Beşiktaş’ın nasıl gol yiyebileceğinin hesaplarını yapıyordu. Nitekim Mustafa Denizli emellerine ulaştı ve Ertuğrul Sağlam’dan boşalan yere getirildi.

Sezon sonunda veya ortasında kovulan antrenörün kovulduktan sonra hangi takımı çalıştıracağının hesabını yapmasını, mevcut takımı çalıştıran antrenörün arkasından lobi yürütmesini bir nevi köşe kapmaca oyununa benzetmek mümkün. Üstelik kaybedenin olmadığı bir oyun… Nasıl mı? Antrenörlerimizin çalıştırdıkları takım sayısına bakarak kaybedenin olmadığını görmek pek mümkün…

YILMAZ VURAL(19) : Malatyaspor, Antalyaspor, Bursaspor, Samsunspor, Bursaspor, Gaziantepspor, Eskişehirspor, Sarıyer, Trabzonspor, Gençlerbirliği, Konyaspor, Çanakkale Dardanelspor, Denizlispor, Diyarbakırspor, Adanaspor, Çaykur Rizespor, Ankaragücü, Vestel Manisaspor, Kocaelispor.
ÜMİT KAYIHAN(13) : Karşıyaka, Göztepe, Altay, Denizlispor, Antalyaspor, Adanaspor, Diyarbakırspor, Erzurumspor, Ankaragücü, Bursaspor, Malatyaspor, Kocaelispor, Denizlispor.
GÜVENÇ KURTAR(12) : Darıca Gençlerbirliği, Kocaelispor, Zeytinburnuspor, Eskişehirspor, Petrolofisi, Sarıyer, Diyarbakırspor, Elazığspor, A.Sebatspor, Çaykur Rizespor, Denizlispor, Bursaspor.
HİKMET KARAMAN(10) : Kocaelispor, Zeytinburnuspor, Erzurumspor, Çaykur Rizespor, Adanaspor, Kayserispor, Ankaragücü, Malatyaspor, Ankaragücü, Malatyaspor, Ankaraspor, Antalyaspor.
ERDOĞAN ARICA(9) : Çanakkale Dardanelspor, Göztepe, Samsunspor, Gaziantepspor, Malatyaspor, Gençlerbirliği, Bursaspor, Çaykur Rizespor, Hacettepe

EN KIDEMLİ 8 HOCA

BÜLENT UYGUN:79 hafta
ABDULLAH AVCI:57 hafta
TOLUNAY KAFKAS:57 hafta
ERSUN YANAL:48 hafta
LUİS ARAGONES:23 hafta
AYKUT KOCAMAN:23 hafta
RIZA ÇALIMBAY:23 hafta
GİRAY BULAK:19 hafta


Alternatif İstikrar Örnekleri

Dört büyüklerimizin son 22 yılını incelediğimizde Fenerbahçe 29, Trabzonspor 28, Galatasaray 17, Beşiktaş ise 15 teknik direktörle çalışmış. Neden mi son 22 yıl. Geçtiğimiz kasım 23. Yılını kutladı Sir Alex Ferguson. Aynı süre içerisinde 4 büyüklerimizin toplam çalıştığı isim sayısı 89. Futbolda istikrarın sembolü haline gelen Alex Ferguson 23 yılda Manchester United’a sayısız zaferler kazandırdı. Fakat kazanılan başarıların onun için pek de kolay olduğunu söyleyemeyiz.

Alex Ferguson, Manchester United’ın başına geçtiğinde takım, 19 yıldır şampiyonluk hasretiyle yanıp tutuşmaktaydı. Üstelik sorunlar başarısızlıklarla da bitmiyordu. Hillsbrough faciasından önce İngiliz futbolunda tavan yapan holiganizm, Manchester United’a da dert oluşturuyordu. Ferguson başa geçtiğinde takımda disiplinsizlik hakimdi. Tüm bu olumsuzlukların ardından başarısız sonuçlar kaçınılmazdı. Nitekim Ferguson ilk yılında Manchester’ı ancak 11. yapabildi. Zamanın Manchester yönetimi popülist davranmayarak Ferguson’a destek çıkıp bir başarı öyküsünün temellerini inşa etti.
İngiltere’ye bir göz attığımızda istikrarın Alex Ferguson’la sınırlı kalmadığını görebiliriz. 1905’te kurulan Chelsea’de 27, 1886’da kurulan Arsenal’de 24, 1892’de kurulan Liverpool’da 19 isim görev yapmış. 113 yıllık çınar West Ham United ise bugüne kadar yalnızca 12 isim eskitmiş. Üstelik West Ham 30 yıl aynı isimle, yani Syd King’le çalışarak kırılması güç bir rekorunda sahibi.
Ada’da İtalyan sistemi yok fakat futbolun her alanında lider olan İngilizlerin istikrarları var. Sonuç olarak ülke futbolumuza İtalyan modeli şart.
NOT: Bu yazının bir bölümü Ocak sayısı Futbol Extra ve FourFourTwo dergisilerinde yayınlanmıştır.

10 Mart 2009 Salı

YASA(K) TANIMAYAN ŞAMPİYONLAR LİGİ SPONSORU: HEİNEKEN



Rekabetin üst düzey olduğu devler liginde kalite de hat safhada. Bu kalite takımların oyunlarının yanı sıra çekim kalitesinden taraftarlara, statlardaki saha düzeninden sponsorların kalitelerine bile yansımakta. Sponsorlar sayesinde para sirkülasyonun üst düzeyde olduğu Şampiyonlar Ligi’nde, sponsorlardan Heineken, Rusya’da reklam uğruna yasayı bile delebiliyor.
Reklam, en geniş tanımıyla üreticilerin tüketicilerle kendi ürünleri hakkında iletişim kurma yoludur. Tıpkı politikacıların seçmenle iletişim kurmak ve seçmeni kendilerine oy vermeye ikna etmek için siyasi parti yayınlarını ve diğer platformları kullanmaları veya vaizlerin minberlerini ve yazılı kaynaklarını, cemaatlerini kendi dinlerinin veya mezheplerinin inançlarına bağlamak için kullanmaları gibi, üreticiler de tüketiciyi kendi ürünlerini almaya teşvik etmek için reklamları kullanırlar.

Siyasi, sanatsal, dini ve ticari iletişim şekilleri, çağdaş liberal demokrasilerde - şartların zorunlu kıldığı - bazı belirli kısıtlamalar dışında "ifade özgürlüğü"nü oluştururlar."(1). Şartların zorunlu kıldığı belli başlı bazı kısıtlamalar ise reklâm alanında; alkol, tütün ve ürünleri, bahis firmalarıdır. Bazı ülkelerde az önce adı geçen sektörlere reklâm yasağı uygulanmaktadır. Bu sektördeki firmalar da bu yasağın getirdiği tanıtım engelini sponsorluk yaparak aşmayı çalışmaktadırlar.

Bir Şampiyonlar Ligi Sponsoru Heineken

Şampiyonlar ligine sponsor olan firmalar aynı zamanda saha içi reklam tabelalarını ve TV’de maç arasındaki reklâm haklarını da kullanıyorlar. Avrupa’nın çeşitli ülke ve kentlerinde oynanan şampiyonlar ligi maçlarında reklâm tabelalarının hiç değişmediğini görmekteyiz. Bu sponsorlardan birisi de bira markası olan Heineken.
Yıllarca “Amstel” adı altında şampiyonlar ligine sponsor olan ve geniş kitlelere adını duyuran Heineken biraları, 2006’dan bu yana kendi adıyla sponsorluğunu yürütmektedir. Hollanda asıllı firma, 10 yılı aşkın süredir şampiyonlar ligine sponsor oluyor. En son 2006 yılında 3 yıllık sözleşme yenileyen firmanın 2009 yılında sözleşme süresi doluyor. Sponsorluğa ilişkin anlaşmanın, UEFA Üst Yöneticisi (CEO) Lars-Christer Olsson ve Hollandalı Heineken'in İcra Kurulu Üyesi Jean François van Boxmeer tarafından İstanbul'da imzalanması bizim açımızdan da oldukça ilgi çekici.
Heineken’in devler ligi sponsorluğunun altında yatan sebebin gün geçtikçe artan reklâm yasakları olduğunu söylesek yanılmış olur muyuz acaba? Ancak şartların zorunlu kıldığı belli başlı bazı kısıtlamaların Heineken’i yine de etkilediğini görmek mümkün. Örneğin maç aralarında sponsorlara tanınan TV reklâmlarından Vodafone, Sony, Play Station, Mastercard, Ford yararlanırken Heineken yasaktan dolayı reklâmlardan yararlanamıyor. Yasak bununla da kalmıyor, saha içindeki reklâm tabelalarına da yansıyabiliyor. Birkaç ülkede Heineken, saha içi reklâmını gerçekleştiremiyor. Bu ülkelerden biri Fransa. Fransa’da Heineken markasının olması gereken tabelada Heineken’i andıran bir tabelanın üzerinde “Champions Planet” yazıyor. Yasakların mevcut olduğu ülkelerden bir diğeri de Rusya.



Rusya’da yasak 2004’te başladı
Rusya Parlamento’su Duma'nın onayladığı yasaya göre Rusya’da saat 07.00 ile 22.00 arasında televizyonlarda bira reklâmlarının yayınlanması kesinlikle yasak. Rusya'da biranın halkın en gözde içkisi olan votkaya rakip olmaya başlaması, tüm dünyada en hızla büyüyen bira pazarı olan Rusya'da satışlardaki artış siyasetçileri endişelendirmeye başlamıştı. Bira reklâmlarının gençleri hedef aldığını düşünen siyasetçiler, bira satışlarının özendirilmesini engellemeyi, gençler ve çocuklar arasında artan alkol bağımlılığını azaltmak amacıyla reklamlara sınırlama getirdiler.
Rusya’da, TV’lerdeki 2004 yılından itibaren uygulanan bira reklâmı yasağı Heineken’i de olumsuz etkilemekteydi. Rusya’daki Şampiyonlar Ligi maçlarında reklamını gerçekleştiremeyen Heineken, kendi kısmına ayrılan tabelada “unite against racism“ sloganını yerleştirmiş. Bu slogan, futbolda artan ırkçılığa karşı UEFA’nın başlattığı kampanyanın sloganı. Bu kapsamda şampiyonlar ligi maçı öncesi oyuncularla birlikte çıkan çocuklar üzerinde bu sloganın yazdığı bir tişört giyiyor ve kaptanlık pazubantları bu ifadeyi içeriyor. Heineken bir bakıma yasağı sosyal duyarlılıkla örtmeye çalışıyor.

2007- 2008 Şampiyonlar Ligi Finali Rusya’da
UEFA, 2007–2008 Şampiyonlar Ligi finali için Rusya Luzniki Stadını uygun gördüğünde henüz finalin adı belli değildi. Ancak finali kim oynarsa oynasın Şampiyonlar Ligi finali, sezon içi Şampiyonlar Ligi maçlarından çok farklı. Birçok kıtadan milyonlarca insan bu maça kilitlenmekteydi. Bu final birçok sektör için olduğu kadar bira sektörü için de oldukça önem arz etmekteydi. Final maçını iki İngiliz takımının oynayacak olması bu önemi daha da arttırıyordu. Bira tüketiminde patlama bekleniyordu. Nitekim öyle de oldu. Final, Efes Pilsen’in Moskova’daki toplam bira satışını bir haftada ikiye katlarken, fıçı bira satışlarını bazı noktalarda 10’a katladı. Efes pilsen, o hafta Moskova’da toplam 4 milyon litre bira satışı yaparak haftalık cirosunu 4 milyon dolara ulaştırdı. Bir Şampiyonlar Ligi sponsoru olan Heineken cephesinde ise bira satışları ikinci plandaydı. Çünkü Şampiyonlar Ligi’nde onlar daha büyük işler peşindeydiler.
Rusya’daki tabelasına final maçında reklâmını veremeyecek olması Heineken için önemli bir kayıptı. Heineken, Şampiyonlar Ligi’ne kitlelere adını duyurmak için yatırım yapmaktaydı. Ancak yapmış olduğu yatırıma karşın reklam yasağı engeli Heineken’i harekete geçirdi. Heineken, bu durumu UEFA ile görüştü. UEFA, kendisine 10 yılı aşkın süredir sponsorluk yapan firmanın mağduriyetini isteyemezdi. UEFA da Rusya Futbol Federasyonu’nu reklam yasağının önüne geçmeleri konusunda uyardı. Ancak Rusya Futbol Federasyonu Ülkelerinde alkol reklâmının yasak olduğunu dolayısıyla yasanın delinemeyeceğini UEFA’ya bildirdi. UEFA, Heineken’in reklâm panolarında ve çeşitli noktalarda bulunmasının zorunlu olduğunu iletti ve aksi takdirde final maçını Rusya’dan başka bir ülkeye alabileceğini Rusya Futbol Federasyonuna iletti.
Rusya, bu yaptırım tehlikesinin kendilerini ciddi derecede olumsuz etkileyeceğinin bilincindeydi. Çünkü finalin kaybedilmesiyle birlikte yaklaşık 45 bin turist Rusya yerine başka bir ülkeye para bırakacaktı. Bunun yanında finalin Moskova’dan başka kente alınması Moskova kenti için imaj zedeleyici bir unsur olabilirdi. Final maçındaki olası kriz çözüldü ve Moskova’daki Luzniki Stadında Heineken tabelaları yerini aldı. Bunun sonucunda hem Heineken hem de Rusya kazanan taraf oldular. Maç sonrası Rusya’ya büyük bir para akışı giriş yaptı.

Şampiyonanın sponsoru Mastercard'ın, spor ekonomisi uzmanı Profesör Simon Chadwick'e yaptırdığı araştırmaya göre Şampiyonlar Ligi, şampiyon Manchester United'a 108 milyon euronun (210 milyon YTL) üzerinde gelir, maçın yapıldığı Moskova'ya da 45 milyon euro para akışı sağladı. Profesör Chadwick bu olaydan tek faydalananın kulüpler olmadığını, Moskova'nın da 44,5 milyon euro kazandığını söylüyor. Geçtiğimiz yıl Atina'nın kazanmış olduğu miktar ise 26 milyon euroydu. Moskova, kentsel sponsorluklar ve geleceğin mega olaylarına ev sahipliği yapma olasılığının yükselmesi gibi uzun vadeli ekonomik miraslardan da pay alabilecek.

FİNAL 267 MİLYON EUROLUK EKONOMİK ETKİYE SAHİP


Coventry Üniversitesi Uluslararası Spor İşleri Merkezi Yöneticisi Profesör Chadwick araştırma sonuçlarını şöyle özetledi: "2008 UEFA Şampiyonlar Ligi Finali Avrupa kulüp futbolunun sadece en anlamlı ödülü değildir, kümülatif toplamda 267 milyon euroya varabilecek etkisiyle ekonomik anlamda da en büyüğü olması beklenmektedir. Nitelik olarak oldukça farklı olmakla beraber, gruplama ve eleme sisteminden ötürü finalin kendisi dünyanın en önemli, düzenli ve özel spor etkinliklerinden bir tanesi olan NFL Süper Bowling Turnuvası ile eşit bir konumdadır" dedi.

(1)

9 Mart 2009 Pazartesi

MAKETLER TUTKULARA DÖNÜŞSÜN

Son yıllarda Avrupa’da stat yapma modası esiyor. Yeni yapılan statlar toplumun seçkin, varlıklı kesimlerini stada çekerken her ne kadar takımlarına bağlı olsalar da yoksul futbol severlere kapılarını kapatıyor. Türkiye’de ise stat yapma hayalleri maketlerle sınırlı kalıyor.

Futbol, ilk kez “Cambridge Kuralları" adı altında oynanmaya başlandığından bu yana birçok değişim geçirdi. Bu değişiklikler, oyun kuralları içinde olduğu kadar oyun kuralları dışında da gerçekleşti. Oyun kuralları dışındaki değişimlerden bir tanesi de statlar. Statlardaki bu değişim, futbolun ticarileşme sürecindeki en önemli faktörlerden biri oldu. Futbol, sponsorluklar ve yayın hakları sayesinde parasal kaynak yaratan ekonomik bir iş sürecine girdi. Statların değişimi spor yöneticilerinin futbolun parasal kaynak yaratan ekonomik bir iş olduğunu anlamalarının hemen ardından gerçekleşti. Önceleri koltuksuz olan tüm statlara koltuk zorunluluğu getirildi. Ve ardından bazı liglerde oturarak maç izleme zorunluluğu getirildi. Böylece “kalabalık” daha rahat kontrol edilebilecekti. Bir sonraki dikkat çekici değişiklik ise atletizm pistinin kaldırılması oldu. Buradaki amaç ise TV izleyicileri içindi. Maçı televizyondan takip eden seyirciye tribün atmosferinin oyunun bir parçası olduğunu göstermek amacıyla tribünler, sahaya yakınlaştırılmıştı. Her iki değişim de taraftarların memnuniyetine göre oluşmuştu. Çünkü futbolun ticarileşme sürecinde taraftarlar da müşteriye dönüşmekteydi. Kulüplerin de müşterilerinin memnuniyetini düşünmesi kadar doğal bir şey olamazdı.

Eskiden gelirlerinin büyük bir kısmını maç hasılatlarından karşılayan futbol kulüpleri, bir süre sonra gelirlerini çeşitlendirme ihtiyacı hissettiler. Eskiden taraftarlarına sadece bilet satan kulüpler; daha sonraları müşterilerine forma, kaşkol v.b… ürünleri satmaya başladılar. Bu ürün yelpazesini gittikçe genişleten kulüpler para kazandıkça taraftarlarının kulüplerine olan bağlılıklarını arttırmaya yönelik çalışmalar yaptılar. Kulüpler, yeni inşa ettikleri statları sadece futbol oynanan maç izlenen bir stat değil, içinde cafe ve restoranların, alışveriş merkezlerinin bulunduğu eğlence merkezlerinin var olduğu ve hatta içine müzelerin konulduğu statlar yaptılar. Böylece taraftar maçı izlemesinin yanı sıra hem alışveriş yapmış olacak hem de eğlenmiş olacaktı.


AJAX AMSTERDAM STADI


Kulüplerde stat yenileme modasının öncüsü Hollanda’nın Ajax Amsterdam kulübüdür desek yanılmış olmayız. 1994 yılından temeli atılan Amsterdam Stadı’nın açılışını 14 Ağustos 1996’da kraliçe Beatrix gerçekleştirdi. Futbolun yanı sıra Amerikan Futbolu müsabakalarına da ev sahipliği yapan bu stat içinde alışveriş ve konferans merkezleri bulundurmakta. 96 milyon euroya mal olan stadın en büyük özelliği çatısının açılır kapanır olması. Zeminin neredeyse güneş görmemesinden dolayı stadın çimleri her ay değiştirilmekte. Şampiyonlar Ligi'nin 1998 finaline ev sahipliği yapan stat bir çok konsere de ev sahipliği yapmıştır. Michael Jackson, Tina Turner, David Bowie, Eminem, Robbie Williams, Andre Hazes, The Rolling Stones, Celine Dion, U2 ve Madonna gibi şarkıcılar da burada konser vermiştir.

Hizmet anlayışında sınır tanımayan Amsterdam Arena Stadına girişler “Smart Stadium” uygulaması sayesinde kartla ya da cep telefonu ile gerçekleştirilebilmektedir. Kağıt bilet ile sahaya girenler azınlık durumuna düşmüşlerdir. Böylece stada girişlerin daha kontrollü olunması sağlanmıştır. Ayrıca Smart karta para yükleme özelliği verilerek taraftarlara nakitsiz alışveriş yapma olanağı sağlanmıştır. Ajax yöneticileri bu sayede sponsor ile müşteriyi direkt olarak birbirine bağlamakla birlikte bütünleşik pazarlamayı en iyi şekilde uygulamışlardır.

WEMBLEY STADYUMU


Avrupa’nın Nou Camp’tan sonraki ikinci büyük stadı olan Wembley Stadı 2003 yılında yıkılıp 2007 yılında yeniden hizmete girmiştir. Bu nedenle stadın adı zaman zaman Yeni Wembley Stadı olarak geçmektedir. Bu dünyaca ünlü stat İngiltere Milli Takımı’na ev sahipliği yapmasının yanı sıra bir çok uluslar arası organizasyona da ev sahipliği yapmıştır. 5 defa Şampiyonlar Ligi finalinin oynandığı bu statta bir defa da Dünya Kupası finali oynanmıştır.

1,4 milyar dolara mal olan 90 bin kapasiteli bu eşsiz mabedin yıkılıp yeniden inşa edilmesindeki en büyük amacın futbolun ticari bir uğraşı olma sürecine geçmesi olduğunu söyleyebiliriz. Eski stadın ihtiyaçlara cevap verememesini yeni statta uygulanan hizmetlerden anlayabiliriz. Yeni Wembley Stadı’nda uygulanan yeniliklerden bir tanesi 10 yıllık olarak verilen “Club Wembley” üyeliğidir. Kart sahibi bu üyelik sayesinde maç izlemenin yanı sıra catering hizmetleri, özel park yeri, restoranlarda özel indirimlerinden yararlanmaktadır. Ayrıca bu üyelik, sahibine;
-İngiltere’nin tüm A milli maçlarını
-Tüm FA Cup finallerini
-Tüm FA Cup yarı finallerini
-The FA Community Shield maçını
-The Football League Cup finalini
-The Rugby League Challenge Cup finalini izleme imkânı vermektedir. Bu paketi satın alan kişilerin stadyuma girişleri için özel bir kapı ayrılmış durumdadır. Ayrıca sadece bu paketi satın almış olan kişilere hizmet veren cafe ve restoranlar bulunmaktadır.

ARSENAL EMİRATES STADI


Arsenal’in maç günlü bilet gelirleri 5 milyon euroyu buluyor.

Stat yapma modasına ayak uyduran kulüplerden biri de Arsenal. Kendisiyle özdeşleşen 90 yıllık Highbury Stadını terk eden Arsenal, 2006 yazında yeni stadı Emirates’e geçti. Yaklaşık 430 milyon pounda (570 milyon euro) mal olan stat 60 bin futbolseveri ağırlayabiliyor.

Arsenal Kulübü, stadını devlet desteği olmadan yaptırmıştır. Bunun sırrı ise Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ait havayolları şirketi ile yapmış olduğu naming (isim hakkı) anlaşmasıdır. Bu anlaşma çerçevesinde Arsenal stadının ismi, 15 yıl boyunca Emirates Stadı olacak. Bu 15 yıllık anlaşma için Arsenal, havayolları şirketinden tam 150 milyon euro alarak İngiltere’nin en yüksek naming anlaşmasına imza attı.

Daha stat tamamlanmadan isim hakkını vererek büyük gelir eden Arsenal Kulübü, yeni stadına taşındıktan sonra da büyük gelirler sağladı. 60 bin seyirci kapasiteli statta 30 bin adet kombine bilet satışı gerçekleştirdiler. Eski stadı Hihgbury’nin 38 bin kapasiteli olduğunu hatırlarsak satılan kombine sayısının eskiye nazaran ne kadar da fazla olduğunu görebiliriz. Arsenal’in Emirates stadındaki yenilikleri bunlarla da sınırlı değil. İçinde hizmetin sınırsız olduğu 10-15 kişilik locaları da satan Arsenal Kulübü, “Diamond Club” adı verilen kartlı üyelik sistemini de taraftarların hizmetine sundu. Bu kart sayesinde taraftarlar koltuk sahibi olmalarının yanı sıra kendilerine özel restoranlardan ve otoparklardan yararlanıp, deplasmana bile gitme imkanı bulabilmekteler. Tüm bunların bedeli ise 50 bin pound.

HSH NORDBANK ARENA

Almanya’nın ilk stadyum isim pazarlama hakkını(naming) Hamburg SV gerçekleştirmiştir. Maçlarını Volksparkstadion’da oynayan kulüp, stadını yenileyerek 2001 yılında isim hakkını AOL Time Warner’a devretti. 6 yıl boyunca AOL Arena adı altında faaliyetini sürdüren stadın ismi AOL Time Warner’nın sözleşme yenilememesinin ardından 2007 yılında HSH Nordbank oldu. İsim hakkını bir finans şirketi olan HSH Nordbank’a devreden Hamburg SV böylece ikinci kez naming uygulaması yapmış oldu.

Tarihi boyunca başta 1974 FIFA Dünya Kupası, 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 2006 FIFA Dünya Kupası olmak üzere pek çok organizasyonda kullanılan stat aynı zamanda 2010 UEFA Kupası finaline ev sahipliği yapacak.

Gelirlerini çeşitlendirmenin yollarını arayan kulüpler, ilginç yöntemlere başvurabiliyorlar. Belki de bunların en ilginç olanı Hamburg SV. Hamburg, takımlarına gönülden bağlı fanatikler için stadının yakınına 100.000 euroya mal olan bir stadyum inşa ettirtti. Böylece fanatik Hamburg taraftarları, kulübün düzenlediği özel bir törenle bu mezarlığa defnedilebilecek. Taraftarlarına 2500 euroluk defin kontratı sunan kulüp böylece kasasına 1.250 milyon euro koyacak.

ÜLKE FUTBOLUNDA DEVRİM ŞART

Futbolun, endüstriyelleşme sürecine ayak uyduramayan kulüplerimizin durumu içler acısı. Bu durum aynı zamanda hiçbir alanda futbolda çağı yakalayamayan kulüplerimizin statları için de geçerli. Fenerbahçe ve Beşiktaş haricindeki takımlarımızın statları UEFA kriterleri de olmasa ayakta duramayacak derecede. Yöneticilerin futbolun ticari bir kaynak olduğunu anlayamamalarını kulüplerimizin halen dernek statüsünde yönetilmesinden anlayabilmek mümkün. Ticari zekâya sahip olmayan, futbolun yalnızca sahada oynanan 22 kişilik oyun olduğunu zanneden yöneticilere göre hala en büyük gelir kaynağı TV gelirleri. Avrupa’daki birçok kulüp ise futbolun sadece futbol olmadığının, futbolun bir ekonomik bir uğraş olduğunun farkında. Hal böyle olunca gelirlerini çeşitlendiremeyen kulüplerin değer yaratamaması da kaçınılmaz oluyor. Takımlarımızın statları da yalnızca maç yapılan mekân olmaktan kurtulamıyor. Birçok Anadolu Takımı proje üretiyor ancak üretilen proje ne yazık ki kâğıt üzerinde kalıyor.

Üç büyük haricindeki birkaç kulüp dışında tüm kulüplerin statları GSİM elinde. Diğer kulüpler ise devletten statları uzun süreliğine kiralamaktalar. Devletin elindeki statları istediği gibi düzenlemekte güçlük çeken takımlarımız, cüzi miktarda kazandığı gelirleri de GSİM’ye vermek zorunda kalıyor. Hatta bazı yöneticiler bilet fiyatlarını aşağıda tutarak hizmet yaptıklarını iddia edebiliyorlar.
Avrupa’da birçok kulüp taraftarlarını müşteri olarak da görürken ülkemizde ise taraftarlara maç boyunca yerinde oturmayan, sürekli bağırıp tezahürat yapan bireyler topluluğu olarak bakılıyor. Ülkemizdeki birçok takım maça grup halinde gelip bilet vermeyen ama 90 dakika tezahürat yapan taraftarı, kendi başına gelen bilet parası verip oturarak maç izleyen taraftara tercih ediyor. Bu durum da kulüplerimizin pazarlama konusunda ne kadar sığ olduğunu gösteriyor.
Durumu 2006 yılında ülkemize Sporda Sponsorluk Kongresi için gelen NBA takımlarından Orlando Magic’in CEO’su Chris D’Orso’nun şu sözü özetliyor. “Biz seyircilerimizi salona çekme konusunda eğlence merkezleriyle rekabet halindeyiz.”

FUTBOL ASLA SADECE FUTBOL DEĞİLDİR


Spor basınının görevi insanları bilgilendirmenin ve onlara haber akışı sağlamanın yanı sıra sporun gelişmesini ve spor kültürünün üst seviyelere tırmanmasını sağlamaktır. Ülkemizde yayın yapan ulusal kanal ve gazetelerin sayısı standartların oldukça üzerinde. Yayınlarda da bir çeşitlilik söz konusu. Fakat çeşitliliğin getirdiği rekabetin kaliteyi arttırması gerekirken medyamızın kalitesi düşüyor. Kanal ve gazetelere bağlı olarak yorumcu sayıları da mantar gibi artıyor. Gazetecilik vasıflarına uygun olmayan kişiler yazılı ve görsel medyada ahkâm kesiyor. Bu tip yorumcularımız spor kültürü çizgisinde ilerlemiyorlar. Yaptıkları programlar tipik bir şov programını andırıyor. Mevcut yorumcularımızın çoğu futbolun sahada oynanan 22 kişiden ibaret olmadığının parasal kaynak yaratan ekonomik bir sektör olduğunun yani kısacası futbolun asla sadece futbol olmadığının farkında değil. Bu tip yorumcuların prim yapmasının tek nedeni hedef kitlelerinin bilinçsiz oluşu. Eğer biz hala benzer nüfusa sahip olduğumuz İngiltere, Almanya gibi 30 milyon yerine 5 milyon civarı gazete okursak bu tip yorumcuları daha uzun seneler medya sektöründe görmeye mahkûm oluruz.

Not: Bu yazı aynı zamanda Ekim sayısı FourFourTwo Dergisi'nde yayınlanmıştır.

8 Mart 2009 Pazar

MESSİ VE RONALDO, LİNCOLNE YETİŞEMİYOR!


Geçtiğimiz günlerde Fabian Ernst, kendine ait web sitesinin tasarımını siyah-beyaz yaptırarak taraftarlarına bir jest yapmıştı. Dünyaca ünlü futbolcuların web sitelerini tasarlayarak bir nevi site manajerliği yapan Fobazo şirketi de Lincoln'un sitesinde, kendisiyle ilgili bir incelemeye yer vererek 1On'a tabir-i caizse jest yapmış.

Web sitesinde yer alan "Lincoln, Messi ve Cristiano Ronaldo’dan daha iyi" haberinde Lincoln'un, gollerine ve asistlerine değinilmiş. Bu sezon Lincoln, attığı 8 gol ve yaptığı 14 asist ile toplam 22 golde payı bulunuyor. Bu da Galatasaray'ın attığı 44 golün %50'si demek. Fellipe Guimarães imzalı incelemede Messi, attığı 17 gol ve yaptığı 10 asist ile 27 golde payı bulunuyor. 74 gollü Barcelona'da 27 gol %36'lık bir dilim oluşturuyor. Cristiano Ronaldo'nun 12 golü, 5 asisti var. Manchester'ın attığı goller ile oranlarsak Ronaldo'nun, Kırmızı Şeytanlar'ın attığı gollerin %35'inde katkısı bulunuyor. Bu verilere göre Lincoln, dünya yıldızlarını geride bırakıyor.

Messi Barcelona'da, Ronaldo Manchester'da forma giyiyor fakat bu incelemede kimin nerde oynadığının pek bir önemi yok. Önemli olan sayısal veriler. Bir çok alanda kullanılmayan sayısal veriler, bu uygulamada başarı ölçmek için bir kriter ise; Bank Asya 1. Ligi'nde mücadelesini sürdüren Ordusporlu Bruno'nun verilerini de incelemekte fayda var. 24 maçta 20 golü var Brezilyalı'nın. Orduspor'un ligde attığı toplam gol sayısı 39. Dolayısıyla Bruno, Lincoln'un %50'lik başarısını sadece attığı gollerle geçiyor. Yaptığı asistlerin de istatistiklerini eklesek vay Messi'nin haline.

HOROZ, MESUT BAKKAL İLE İLKLERİNİ YAŞIYOR


Denizlispor, geçen hafta Beşiktaş'ı elinden kaçıran Abdullah Avcı'nın öğrencilerini zulümpuyat stadında 2-0 ile mağlup etmeyi başardı. Bu galibiyetle Horozlar, 23 haftada 8. galibiyetini alırken, bu galibiyetlerin 4'ü son 4 haftada geldi. İki hafta önce Trabzonspor'u deplasmanda mağlup ederek bir ilke imza atan Bakkal'ın talebeleri, bu kez de Süper Lig tarihinde ilk kez 4 hafta üst üste galip gelmeyi başardılar.




Küme düşme hattından en azından şimdilik bir nebze de olsa uzaklaşan Mesut Bakkal'ın talebeleri, bakalım ilerleyen haftalarda bu fantastik çıkışını sürdürebilecek mi? 3 haftadır puan yüzü görmeyen Belediye ise düşme hattının yalnızca 2 puan üzerinde olduğunu da hatırlatalım.


Denizlispor'un önümüzdeki üç maçı:

Hacettepe
Gençlerbirliği(D)
Sivasspor

PLANLANMIŞ BAŞARI ŞART


Takımlarımızın Avrupa kupalarında topladıkları puanlara göre ülke sıralamasındaki yerimiz 11 ila 14 arasında değişmekte. Sürekli Şampiyonlar Ligi’ndeki takım sayımızı düşürmemek için ya da devler ligine direkt katılmak için puan savaşı veriyoruz. Ülke puanı sıralamasında 40 milyon üzeri ülkeler arasında sonuncuyuz. Bunu takımlarımızın başta TV gelirleri olmak üzere diğer tüm gelirleri Avrupa standartlarının oldukça altında olmasına bağlayabiliriz. İngiltere’de havuz geliri 1,3 milyar euro, Fransa’da 660, Almanya’da 450 milyon euro iken bu rakam ülkemizde yalnızca 80 milyon euro. Aradaki uçurum yalnızca TV gelirleriyle sınırlı kalmıyor. Takımlarımız dernek statüsüyle yönetildikleri için gelirlerini çeşitlendirme konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Dolayısıyla takımlarımız Avrupa’da ancak belli bir yere kadar ilerleyebiliyor. Ara sıra istisnai tesadüfî başarılar (!) elde edebiliyoruz. Fenerbahçe son zamanlarda yaptığı atılımlarla kurumsallaşma sürecine girdi. Kurumsallaşmanın ilk meyvesini geçen sezon Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynayarak aldılar. Bu sezon da Şampiyonlar Ligi’ne katılarak şimdiden 10 milyon Euro’yu kasalarına koydular. Diğer takımlar kurumsallaşma yolunda atılım yapmazlarsa Fenerbahçe Türkiye’nin Lyon’u olabilir.

Not: Bu yazı aynı zamanda Eylül sayısı FourFourTwo Dergisi'nde yayınlanmıştır.

7 Mart 2009 Cumartesi

SÜPER LİG'DEKİ 6. BÜYÜK: "KOCAELİSPOR"


Turkcell Süper Lig’de 20. haftaya girilirken Kocaelispor, son sıradaki Hacettepe’nin 1 puan ve 1 sıra üzerinde 12 puanla yer alıyordu. Galatasaray ve derbi ayarındaki Bursaspor deplasmanları öncesinde Körfezin tek düşüncesi evinde oynayacağı Kayserispor'a karşı alınacak 3 puandı. Deplasmanda maç kazanamayan takım için Galatasaray ve Bursa deplasmanlarından bırakın galibiyet, beraberlik bile mucize bir skordur. Kayserispor maçına bu bilinçle çıkan Kocaelispor, öne geçmesine rağmen, son dakika geleneği ile maçı kaybetti.
Kocaelispor 23. haftaya kadar 89 ve üzeri dakikalarda 6 gol yiyip, 5 gol atma başarısını gösterdi.

90+3’de yenilen golle Kayserispor karşısında alınan mağlubiyetin ardından mucizevî Galatasaray galibiyeti ve akabinde Bursaspor beraberliği, Körfez’i ligde kalma yolundaki ümitlerini arttırdı.

23. haftaya girilirken Kocaelispor, 16 puan ile düşme hattında. Yarın sözde kardeş takım Eskişehirspor ile oynayacak. Puan tablosuna baktığımızda Kocaelispor, ilk 5 takım yani; Sivasspor, Beşiktaş, Trabzonspor, Galatasaray ve Fenerbahçe’den sonra 30 gol ile en fazla gol atan takım. Fakat 49 gol ile de ligde en fazla kalesinde gol gören takım. Bu tablo da ayan beyan gösteriyor ki, yarınki maçta Körfez’in kaderini büyük ölçüde savunması belirleyecek.

GALATASARAY FUTBOL SMART'TA


Dün bu saatlerde blogumuz henüz faaliyete geçmemişti. Eğer geçmiş olsaydı ilk haberimizi bu haber oluşturabilirdi. Biz de Galatasaray'ın UEFA macerasının Futbol Smart'ta olduğunu tüm izleyiciler gibi bizzat Emre Tilev'den öğrendik. Fakat tek farkla...

6 Mart 2009 Cuma

HAMZA MUTLU KAÇ YAŞINDA?


Hamza Mutlu. Başarıya giden yoldaki basamakları asansörle çıkan Kocaelispor'un genç futbolcusu. Çok değil, bir buçuk yıl önce Suadiye Belediyespor'dan transfer olduğu Kocaelispor, 1. Lig'de kalmayı son haftalarda başarabilmiş takımdı. Körfez, Hamza'nın takıma katıldığı sezon rakiplerinin de yardımıyla şampiyon olarak Turkcell Süper Lig'e yükselme başarısını sağladı. 14.08.2007 tarihi Hamza'nın Kocaelispor'a transfer olmadan önceki son gündüydü, yani amatör kümedeki son günü. Takvimler 14.08.2008'i gösterdiğinde Hamza, Turkcell Süper Lig oyuncusuydu. Bir yılda amatör kümeden Süper Lig'e doğru bir yükseliş öyküsü...

Geçtiğimiz hafta, yani ligin 22. haftasında Körfez, Bursa deplasmanındaydı. Kocaelispor, baştan sona mahkum oynadığı müsabakadan, Hamza'nın son dakika golüyle 1 puan almayı başardı. Kocaelispor'u Bursa deplasmanında ipten alan Hamza, 4 gün önce yani 2 Mart'ta, 23. doğum gününü takım arkadaşlarıyla kutladı. Fakat Hamza'nın yaşı futbol federasyonunun sitesinde 2 Nisan 1986 olarak gözüküyor.

http://www.umuttepe.net/. Kocaeli Üniversitesi öğrencilerinin arkadaşlık portalı. Üye olmak için Kocaeli Üniversitesi'nde okumanız gerekiyor. Öğrenciler okul numaraları ile üye oluyorlar. Hamza da Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu öğrencisi olarak bu portala üye. Üye numarasından 2007 yılında, yani Suadiye Belediyespor'da iken üye olduğu görünmekte. Fakat bir gariplik var. Hamza'nın yaşı 25 gözüküyor. 4 gün önce 23. yaşını takım arkadaşları ile kutlayan kimdi peki?

VE MÜSABAKA BAŞLADI...

Resmi açılışa gerek yok. Hatamız olursa en azından şimdilik affolunması dileğiyle, oyun başlasın...